...Okumak ne büyük bir erdemdir...

Okuma alışkanlığı edinmeyenler ceplerinde yüksek okul diploması bile taşısalar da birer "Gizli bilgisiz" olmaktan kurtulamazlar.

12 Şubat 2012 Pazar

Neden Okumuyoruz ? Cok mu geliştik?

Sizlere “ Türk nedir?” diye sorsam, çoğunuzdan alacağım yanıt; “Türkler Orta Asya’dan…” şeklinde başlayıp, Göktürkler, İmparatorluk halinde birleştiren ilk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu, Osmanlı ve dedelerimize kadar uzanan nesiller olacaktır.

Bende bu yanıtınız yetmedi, tarihin daha da derinliklerine gitmek lazım dediğimde, hemen elinize bilgisayarınızdan Google’a “ Türkler “ yazıp konuyu araştırdığınızı görür gibiyim. Sizler bu konuyu araştıra durun, ben bu konuda çevremde yüz kişiye yakın değişik kültür kesimi arasında yapmış olduğum araştırmada, aldığım yanıtın % 99 oranında “ bilmiyorum” olduğunu üzülerek söylemek istiyorum.

Buradan şu sonucu çıkardım ki, toplum olarak araştırıcı değiliz. Araştırmayı bırakın, okuyan bir toplum bile olamadık. Bu konuyu ciddi olarak analiz etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çocuklarımızı neden okumanın içine çekemiyoruz? Onlara neden örnek olamıyoruz? “ Türk “ sözcüğünü neden kullandım. Çünkü üzerimizdeki bu değerli sıfatın ne anlama geldiğini bilerek mi, yoksa bilmeyerek mi yaşıyoruz? Okul çağlarımızda, “ Türk’üm Doğruyum” diye her sabah and içtik. İlerleyen yıllarda ne yaptık? Neden hep birbirimizi aldatma ihtiyacı duyduk? Davranışlarımızda neden samimi olamadık? Neden çarşıda pazarda birbirimizi sömürdük? Aslında okullarda sınıflarımıza girmeden önce söylediğimiz bu andımızın yanında;



“ Türküm, doğruyum, çalışkanım,

Büyüdüğümde rüşvet almayacağıma,

Ülkemin kaynaklarını en iyi kullanacağıma,

Menfaat için riyakâr olmayacağıma,

Çok kitap okuyup, araştıracağıma,

Dış borçlarımızı en kısa zamanda ödeyeceğime

Stadyumlarda adam gibi maç seyredeceğime,

Birlik ve beraberlikten ayrılmayacağıma,

Hormonlu tarım ürünleri üretmeyeceğime,

Kaliteli ürünler üreteceğime,

Doktor olursam, hastalarıma iyi bakacağıma,

Büyüklerime saygı, küçüklerime saygılı olacağıma

Namusum üzerine and içerim…” şeklinde and mı içmemiz gerekirdi?

Şimdi gelelim Türk sözcüğü nereden geldi? Bu arada bulabildiniz mi? Ben size birkaç cümle ile yazayım. Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yafes’in Türk oğlunun neslindenmiş. Sözlük anlamı ise; “ töreli, töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam” anlamında kullanılmakta. Bunları daha önce okumuş muydunuz? Kitap okuma demiştim. Toplu taşım araçlarında, parklarda ve diğer dinlence yerlerinde bizlerden hiç kitap okuyanları gördünüz mü? Görsek bile çok nadir değil mi? Çoğumuzun, bırakın Türkiye’sini zor gezdiği, yurtdışını bile görmediği, ama bir yıl boyunca deyim yerindeyse eşek gibi çalışan, ancak tatilini de bir ay içinde keyifle yapan yabancı turistleri tatil köylerinde hiç izlediniz mi? Çoğunun elinde kitap vardır. Şimdi sizlere ülkelerin kitap oranı hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Önce ülkelerin kişi başına yatırımlarını vereyim. Norveçliler kişi başına kitaba yılda 137 dolar, Almanlar 122 dolar, İsveçli, Avusturyalı ve Belçikalılar 100 dolar, Amerikalılar 95 dolar harcarken bir Türk, yılda kitap için yalnızca 0.45 dolar harcıyor. Kitap okuma oranları da karşılaştırıldığında, gelişmiş ülkelerle aradaki “derin uçurum” daha da belirgin hale geldiği görülüyor. Bir Japon yılda 25, İsveçli 10, Fransız 7 kitap okuyor. Oysa dikkatinizi çekerim, Türkiye’de ancak 6 kişi yılda 1 kitap okuyormuş.

Belki çoğumuzdan yine, gelişmiş ülkelerin gelir seviyesi ile bizim ülkenin gelir seviyesi bir mi? Şeklinde sorular olabilir. Şunu da göz ardı etmemek lazım ki, kitap dışında öylesine tüketime para harcıyoruz ki, çoğumuzun evinde ikişer, üçer televizyon, son model cep telefonları ve daha sayamayacağım nice ürünler. Ve kadınlarımızın makyaj ve elbiselere verdiği paranın ekonomimiz içindeki yerini incelerseniz, kitaba para ayıramıyorum demek bir şeylere sığınmak olur kanısındayım. Yeter ki içimizde okuma aşkı olsun. Okuyan bir toplum olsak neler mi değişir? Hiç merak ettiniz mi? İsterseniz aşağıda birkaç örnek vereyim. Sizler bu örnekleri belki sayfalar dolusu çoğaltabilirsiniz,


Öncelikle, bir birimize sevgi ve saygı ile yaklaşıp, fikirlerimize saygı gösteririz.
Trafikteki davranışlarımız değişir, Kemer takıp, alkollü araç kullanmayıp, her bayramlarda üzülerek yaşadığımız 70–80 kişilik ölüm haberlerini duymayacağız,
Töre cinayetleri gazetelerin sayfalarında görünmeyecek,
15 Milyonluk İstanbul’un sahip olduğu 8 km’lik yeraltı treni da giden treni bile sondajla bulamayacağız.
İzmit depreminde hasar gören 14 katlı bir binanın üstüne iki tane iş makinesini çıkartıp tehlike içinde binayı yıkmaya çalışmayacağız,
Ağaçlara, banklara kalp ve isim yazmayacağız,
Düğünlerde ortalığa para saçmayacağız,
Statlarda adam gibi maç seyredip, küfürler etmeyeceğiz,
Maganda kurşunlarıyla insanlarımız ölmeyecek,
Çocuklarımız, 50–60 kişilik sınıflarda okumayacak,
Her kış, soba zehirlenmelerinden onlarca vatandaşımız ölmeyecek,
Dere kenarlarına yerleşim alanı kurmayıp, insanlarımız ölmeyecek ve Milli Gelirimiz içindeki değerlerimiz sularla sürüklenip gitmeyecek.
Kızlarımızın 640 bini eğitimsiz kalmayacak. Zorla evlilikler olmayacak,
T.B.M.M.’de 24 tane kadın Milletvekili olmayıp, daha fazlası görev yapacak.
Eğitim seviyemiz dünya standartlarının altında kalmayacak
17 aylık çocuğumuza tecavüz edilmeyecek.
Büyük depremlerde 50 binler ölmeyecek,
Değerli yazarımız Turgut ÖZAKMAN’ın “ Şu Çılgın Türkler” kitabını önce herkese tavsiye eder, bu kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.

“ Karamülsel’de Kurtuluş Savaşı sırasında, zaten elde mevcudu az olan onlarca ton ağırlığındaki topları dağın içlerine doğru düşmandan saklanan, daha sonra düşman taarruzu sonrası onları teslim almaya gelen üsteğmenin,

“ Bu koca topları buraya nasıl çıkarttınız? “ sorusuna bilge görüşlü bir ihtiyar gülümseyerek;

“ Değişik bir milletiz “ dedi, “ İşler düzgünse ertesi günü bile düşünmeyip, birbirimizi yeriz. İşler karıştıkça ağır ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca da kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Bu topları da buraya böyle çıkarttık. Çıkartmadık uçurduk…” der. Yazıyı sizlerin yorumuna bırakırken,

Mutlu ve refah bir Türkiye’ için, “ HAYDİ HERKES KİTAP OKUMAYA” Sloganı ile yazımı noktalıyorum.

Sağlıcakla kalınız…
Alıntıdır. Okuduğunuz için teşekkürler...
1.Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol.

2.Sefkat ve merhamette günes gibi ol.

3.Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol.

4.Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

5.Tevazu ve alcakgönüllülükte toprak gibi ol.

6.Hosgörürlükte deniz gibi ol.

7.Ya oldugun gibi görün,ya göründügün gibi ol

Bu Ne Rahatlık?

Elin oğlu alıp başını giderken biz halen yerimizde sayıyoruz. Biz kendi kültürümüzü ögrenemeden, kendi kültürünü kavrayıp bizimkinide ögrenip kendi cıkarları dogrusunda bizi kültürümüzden, töremizden, dinimizden uzaklaştırmaya başladılar... Uyan Ey Türk evladı gelme oyunlara, boş şeylerle zamanını harcama, okuman gerek bunu unutma... Zaman akan su misali yetişemezsin ne bu Rahatlık!!!

9 yaşında hafız, 14 yaşında padişah, 21 yaşında İstânbul Fatihi oldu.. Ecdad tarih yazmış, torun ise okumaktan aciz... Uyan Türk Evladı yatarak adam olunmaz, hamal olunur... Belki bize vurmasa bile cocuklarımız, torunlarımız gelecekte esir olacak sen niye halen yatıyorsun, Ne bu rahatlık !!!

7 Şubat 2012 Salı

Dün Dündür, Bugün İyimserlik Günüdür!

Dün Dündür, Bugün İyimserlik Günüdür!

Demirel “Dün dündür, bugün bugündür.” derken her gün yeni bir başlangıç demek istemişti

Yarından sonra yeni bir yıla "merhaba" diyeceğiz. 2007 de eski yıllar çöplüğündeki yerini alacak.

Ben, yeni bir yıla girmeyi, yeni umutları, coşkuları, başarıları, keyifleri, arkadaşları, dostları, farklı, güzel, iyi ve hoş duyguları yeniden kucaklamanın iyi bir fırsatı gibi düşünürüm. Bunu böyle düşünmemin nedeni 10 yıl önce, bir sabah kahvaltısında 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'den öğrendiklerim. Çoğu kişi bilmez ama Süleyman Demirel yalnızca mükemmel bir devlet adamı, etkin bir siyasetçi, müşfik bir aile reisi, vefalı bir dost değil aynı zamanda bulunmaz bir "hayat öğretmeni"dir.

Konu nerden açılmıştı hatırlayamıyorum, 1970'li yıllarda kullandığı bir cümlenin ne kadar yanlış yorumlandığından, eksik anlaşıldığından yakınmıştı. Süleyman Bey'in o ünlü cümlesini hatırlayacaksınız: "Dün dündür, bugün bugündür." Süleyman Bey'e göre bazı kişiler bu cümlenin anlamını ya anlamamış ya da anlamak istememişti. Demirel için bu cümle "her gün yeni bir başlangıç" anlamına geliyordu.

Her Sabaha Olumlu Başlayın
Süleyman Bey'in az bilinen ama en önemli özelliklerinden biri bu cümlede gizli. O, her güne, her sabaha olumlu başlar. Onun için her gün gerçekten yeni bir başlangıçtır. Eğer yağmurlu bir günse toprağın suya doyacağını, karlı bir sabah ise barajların daha çok dolacağını, güneşli bir havaysa çiçeklerin, kuşların bayram yapacağını düşünüp sevinir.

Neredeyse 15 yıl pazar günü hariç her sabah onunla kahvaltı yapma şansı yakaladım. Her sabaha (olan biten o kadar önemli soruna rağmen) nasıl keyifli bir mutlulukla başlamaya çalıştığını görerek hem şaşırdım, hem ders aldım. Bu hayatın sunduğu güzelliklerden daha çok istifade etmek, daha çok sabaha "Yaşasın hayat!" diyerek başlamak istiyorsanız Süleyman Bey'in ve daha pek çok bilge yaşlının bu yaklaşımından istifade edebilirsiniz. Buna özellikle bugünlerde daha çok ihtiyacımız var.

Bilimsel Veriler Demirel'i Destekliyor
Hepimizin başına kötü bir şeyler gelebiliyor. Zaman oluyor işler, servetler, sevgililer, zaman oluyor eş, baba veya anneler kaybediliyor. Bütün mesele olup bitenleri biraz uysallık ve bilgece bir boyun eğiş içinde kabullenebilmekte, "dünün dünde kaldığını, bugünün ve özellikle yarının bizimle olduğunu" unutmamakta.

Birkaç yıl önce ABD'de, Mayo Clinic'te yapılan bir çalışma, iyimserlik açısından yüksek puan alanların önümüzdeki 30 yılı sağlıklı geçirme olasılığının kötümserlerden yüzde 50 daha fazla olduğunu gösterdi. İyimser kişiler daha az sağlık problemiyle karşılaşıyor. Bedensel, ruhsal sorunları daha kolay atlatıyor. Örneğin, bir "ağrı" sorununu daha kolay savuşturabiliyor. Uzmanların tamamı iyimser kişilerin daha mutlu, huzurlu ve enerjik olduğu görüşünde. Bu kişiler işte, sosyal çevrede ve aile ilişkilerinde de daha başarılı oluyor, çevrelerinde sevgi, saygı, ilgi uyandırıyor. Kısacası sevilen, aranan kişiler olarak biliniyorlar.

İyimserlik Merkezi Beynin Ön Kısmında!
Olumlu düşünmenin, mutluluğu ve huzuru yakalamada geçmişe değil ileriye bakmanın, dünü dünde bırakmanın yani hiç korkmadan "dün dündür, bugün bugündür" diye yaklaşmanın mutluluk ve huzuru yakalamada önemini gösteren bir veri de Dr. Richard Davidson ve Wisconsin Üniversitesi'ndeki arkadaşlarından geldi. Bu uzmanlar, beynin ön kısmında bulunan ve iyimserliği, mutluluğu, huzuru, kısacası olumlu duyguları kontrol eden bir noktanın varlığına işaret ediyor. Araştırmacılar en güçlü olumlu duygulardan olan "annenin yeni doğan bebeğine karşı hissettiği duyguları" inceledi. Bu incelemede fonksiyonel MRİ tekniğiyle beyni taradılar. Annelerin birçok bebek resmi arasında kendi bebeklerinin resmine bakarken beynin ön tarafındaki aktivitelerin önemli ölçüde arttığını saptandı. Aynı aktivite tanımadığı bebeklerin resmine bakan annelerde ortaya çıkmıyordu!

Öyle görünüyor ki beynimizde bizi olumlu, iyimser, keyifli, neşeli, mutlu olmaya yönelten bir merkez var. Ve bu merkez beynin ön kısmında. İleriye, geleceğe bakan bölümünde yerleşmiş! Biz ileriye baktıkça, geçmişe değil geleceğe odaklandıkça bu merkezin daha çok mutluluk üreteceğine ve mutluluk katsayımızın yükseleceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Maçı kaybeden futbolcuların soyunma odasına dönerken kullandıkları bir cümleyi hiç unutmam: "Önümüzdeki maçlara bakacağız." Böyle bir yaklaşımın önümüzdeki maçları kazanma şansını artıracağından hiç kuşkunuz olmasın.